Ceza Davalarında Ses ve Görüntü Kayıtları Delil Olur mu? (Güncel Yargıtay Kararları Işığında Ankara Ceza Avukatı Yanıtlıyor)
- Av. Mete ŞAHİN

 - 27 Eki
 - 9 dakikada okunur
 

Akıllı Telefonunuz Sizi Suçlu Durumuna Düşürebilir mi?
Gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası haline gelen akıllı telefonlar, anıları kaydetmenin ötesinde, beklenmedik anlarda birer delil toplama aracına dönüşebilmektedir. Şöyle bir senaryo düşünün: Bilinmeyen bir numaradan bir telefon alıyorsunuz ve karşıdaki ses, size veya ailenize yönelik ciddi bir tehditte bulunuyor. İçgüdüsel olarak, o anı kanıtlamak amacıyla telefonunuzun "kayıt" tuşuna basıyorsunuz. İşte bu tek bir hamle, modern hukukun en karmaşık ve hassas sorularından birini gündeme getirir: Az önce, ileride açılacak bir ceza davası için hayati bir kanıt mı elde ettiniz, yoksa farkında olmadan özel hayatın gizliliğini ihlal ederek bir suç mu işlediniz?.
Bu sorunun cevabı, ne yazık ki basit bir "evet" veya "hayır" değildir. Türk ceza hukuku, bir yandan suçların aydınlatılması ve maddi gerçeğe ulaşma hedefini güderken, diğer yandan bireylerin Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerini, özellikle de özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini korumak zorundadır. Teknolojinin gelişimi, bu iki temel değer arasındaki dengeyi her zamankinden daha hassas bir hale getirmiştir. Vatandaşların kendi adaletlerini sağlama çabasıyla delil toplaması, hukuki bir mayın tarlasında yürümek gibidir. Bu yazının amacı, ceza yargılamasında ses ve görüntü kayıtlarının delil olarak kullanılmasının koşullarını, güncel Yargıtay kararları ışığında ve her vatandaşın anlayabileceği bir dilde açıklayarak bu karmaşık alana ışık tutmaktır.
Ceza Yargılamasının Temel Taşı: "Hukuka Aykırı Delil" Yasağı
Bir hukuk devletinin en temel özelliklerinden biri, amaca ulaşmak için her yolun mübah sayılmamasıdır. Ceza yargılamasının nihai hedefi olan "maddi gerçeğe ulaşma" amacı, bu süreci düzenleyen usul kurallarının ve temel hakların çiğnenmesini meşru kılmaz. İşte bu noktada "hukuka aykırı delillerin değerlendirilmesi yasağı" olarak bilinen evrensel hukuk ilkesi devreye girer. Bu ilke, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bulguların, ne kadar önemli veya doğru olursa olsun, mahkemede sanık aleyhine kullanılamayacağını ifade eder. Bu yasak, yalnızca bir usul kuralı değil, aynı zamanda adil yargılanma hakkının ve hukuk devletinin temel bir güvencesidir.

Bu temel taşın hukuki dayanakları oldukça sağlamdır:
Anayasal Güvenceler: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bu yasağın en üst düzeydeki koruyucusudur. Anayasa'nın 20. maddesi "Özel Hayatın Gizliliği"ni, 22. maddesi "Haberleşme Hürriyeti"ni ve en net ifadeyle 38. maddesinin 6. fıkrası "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez" hükmünü amirdir. Bu maddeler, bireyin mahremiyet alanını devletin ve diğer bireylerin müdahalelerine karşı koruma altına alır.
Yasal Zemin (CMK): 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), Anayasal ilkeyi somut yargılama kurallarına dönüştürür. CMK'nın 206. maddesinin 2/a bendi, "ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi" halinde reddedileceğini belirtir. Benzer şekilde, 217. maddenin 2. fıkrası, "yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceğini" vurgulayarak, hukuka uygunluk şartını net bir şekilde ortaya koyar.
Uluslararası Sözleşmeler (AİHS): Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), bu ilkeyi uluslararası hukuk düzeyinde de güvence altına alır. AİHS'nin 6. maddesi "Adil Yargılanma Hakkı"nı ve 8. maddesi "Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı"nı düzenler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, bu haklar ihlal edilerek elde edilen delillerin adil yargılanma hakkını zedelediğini istikrarlı bir şekilde kabul etmektedir.
Bu yasağın temel mantığı, sadece devletin kolluk güçlerini disipline etmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda, özel kişilerin birbirlerinin temel haklarını ihlal ederek delil toplamasının önüne geçmeyi amaçlar. Eğer herkes, bir suç şüphesiyle komşusunu gizlice dinleyebilseydi veya alacaklısı olduğu kişiyi tuzağa düşürerek sesini kaydedebilseydi, toplum düzeni ve bireylerin birbirine olan güveni ortadan kalkardı. Bu durum, adaletin sağlanmasını değil, bir "hukuk anarşisi"ni doğururdu. Dolayısıyla, hukuka aykırı delil yasağı, adil bir yargılama sürecinin yanı sıra toplumsal barışı da koruyan hayati bir mekanizmadır.
Kırmızı Çizgi: Hukuka Aykırı ve Delil Niteliği Taşımayan Kayıtlar
Hukuka aykırı delil yasağının genel çerçevesi çizildikten sonra, hangi tür ses ve görüntü kayıtlarının bu "kırmızı çizgiyi" aştığını ve mahkemeler tarafından kesinlikle delil olarak kabul edilmediğini somut örneklerle anlamak büyük önem taşır. Yargıtay kararları, bu konuda belirli kalıpları ve kriterleri net bir şekilde ortaya koymuştur.
Planlı ve Kurgulanmış Kayıtlar: Tuzak Kurmak ve Suça Teşvik Etmek
Hukukun en çok sakındığı delil türlerinden biri, önceden planlanarak ve bir kurgu dahilinde elde edilen kayıtlardır. Kişinin, bir başkasını suç teşkil eden bir söz söylemeye veya davranışta bulunmaya yönlendirip bu anı gizlice kaydetmesi, delil toplama değil, "delil yaratma" olarak kabul edilir. Bu tür eylemler, "suça tahrik" veya "tuzak kurma" niteliğindedir ve bu yolla elde edilen kayıtlar hukuka aykırı delil sayılır.
Yargıtay'ın bu konudaki kriterleri oldukça nettir. Bir kaydın planlı olup olmadığını değerlendirirken mahkemeler şu hususlara dikkat eder:
Kaydı yapan kişinin, karşı tarafı suça teşvik edip etmediği,
Lehine olacak şekilde konuşmaları yönlendirip yönlendirmediği,
Kaydı ileride bir davada delil olarak kullanma kastının belirgin olup olmadığı,
Konuşmanın doğal akışında mı, yoksa kaydı yapanın ısrarlı soruları ve yönlendirmeleriyle mi şekillendiği.
Örneğin, boşanma davasında avantaj elde etmek isteyen bir eşin, diğer eşi telefonla arayıp hakaret etmesi için kışkırtması ve bu konuşmayı kaydetmesi tipik bir tuzak kurma eylemidir. Benzer şekilde, borcunu ödemeyen bir kişiyi arayıp, borcunu kabul ettiğini söyletmek amacıyla planlı bir konuşma yapıp bunu kaydetmek de hukuka aykırı delil niteliğindedir. Mahkemeler bu tür delilleri, olayın doğal akışını değil, kaydı yapan kişinin kurguladığı bir senaryoyu yansıttığı için güvenilmez ve adil yargılanma ilkesine aykırı bulur.
Özel Hayatın Kalbine Hançer: Ortam Dinlemesi ve Gizli Çekimler
Özel hayatın gizliliğinin en ağır ihlallerinden biri, kişilerin özel mekanlarındaki (konut, iş yeri odası vb.) konuşmalarının veya davranışlarının, kendilerinin bilgisi ve rızası olmaksızın bir cihazla dinlenmesi veya görüntülenmesidir. "Ortam dinlemesi" olarak adlandırılan bu eylem, bir kişinin dahil olmadığı bir konuşmayı gizlice kaydetmesi veya bir mekana gizlice kayıt cihazı yerleştirmesi şeklinde gerçekleşebilir.
Bu tür eylemler, sadece elde edilen delilin hukuka aykırı sayılmasına neden olmaz, aynı zamanda Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında ciddi bir suç teşkil eder. Bir kişinin, eşinin sadakatinden şüphelenerek evin salonuna ses kayıt cihazı yerleştirmesi veya iş arkadaşının odasındaki konuşmaları dinlemesi, özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturur. Bu yolla elde edilen kayıtların, aldatmayı veya başka bir suçu kanıtlıyor olması dahi, delil olarak kullanılmasını meşru kılmaz. Hukuk sistemi, bir suçun aydınlatılması için başka bir suçun işlenmesine izin vermez. Bu nedenle, ortam dinlemesi veya bir kişinin tarafı olmadığı bir görüşmeyi gizlice kaydetmesi yoluyla elde edilen her türlü materyal, ceza yargılamasında "mutlak delil yasağı" kapsamındadır.
İradeyi Sakatlayan Yöntemler
Kişinin özgür iradesi dışında, baskı, tehdit, hile veya aldatma gibi yöntemlerle konuşturularak elde edilen ses ve görüntü kayıtları da hukuka aykırı delil niteliğindedir. Bir kişinin iradesi sakatlanarak elde edilen beyanı delil olarak kabul edilmediği gibi, bu beyanı içeren kayıtlar da aynı şekilde geçersizdir. Örneğin, bir kişiyi tehdit ederek suçunu itiraf ettirmek ve bu anı kaydetmek, elde edilen delili hukuka aykırı hale getirir. Hukuk, delillerin kişilerin özgür iradeleriyle ve herhangi bir baskı altında kalmadan ortaya konulmasını esas alır.
Meşru Müdafaa Hali: Kaydın Hukuka Uygun Delil Sayıldığı O An
Hukuka aykırı delil yasağının bu kadar katı ve geniş kapsamlı olması, akla şu soruyu getirir: "Bir vatandaş, kendisine karşı işlenen bir suçu hiçbir şekilde kaydedemez mi?" Yargıtay, bu soruya mutlak bir "hayır" yanıtı vermemektedir. Hukuk sistemimiz, kişinin başka hiçbir çaresinin kalmadığı, ani ve haksız bir saldırı altında kendini ve delilleri korumak zorunda kaldığı istisnai durumları tanımaktadır. Bu durum, adeta bir "delil meşru müdafaası" hali olarak nitelendirilebilir.

Ancak bu istisnanın kapıları sonuna kadar açık değildir. Yargıtay, bir ses veya görüntü kaydının bu istisna kapsamında hukuka uygun bir delil olarak kabul edilebilmesi için üç temel şartın birlikte ve aynı anda gerçekleşmesini aramaktadır:
Koşul 1: Ani Gelişen Bir Durum Olmalı: Kayda alınan eylem (tehdit, hakaret, şantaj vb.) beklenmedik, plansız ve aniden ortaya çıkmalıdır. Kayıt eylemi, bir hazırlık veya kurgu sonucu değil, gelişen olaya karşı anlık bir reaksiyon olmalıdır. Örneğin, sıradan bir telefon görüşmesi sırasında karşı tarafın aniden şantaj yapmaya başlaması bu duruma bir örnektir.
Koşul 2: Yetkili Makamlara Başvurma Olanağı Bulunmamalı: Olayın gerçekleştiği o an itibarıyla polise, savcılığa veya başka bir resmi makama başvurarak durumu bildirme ve yardım isteme imkanı fiilen bulunmamalıdır. Eğer kişi, saldırı anında yetkili makamlara ulaşma imkanına sahipken bunu yapmak yerine kayıt yapmayı tercih ederse, bu istisnadan yararlanamaz. Buradaki kilit nokta, durumun aciliyeti ve başka bir çözüm yolunun o an için mevcut olmamasıdır.
Koşul 3: Başka Şekilde Delil Elde Etme İmkanı Olmamalı: İşlenen suçun, yapılan kayıt dışında başka bir delille (örneğin tanık, belge, mesaj vb.) ispatlanma olanağı bulunmamalıdır. Kayıt, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan ve bir daha elde edilmesi mümkün olmayan tek kanıtı güvence altına alma amacını taşımalıdır. Eğer olaya tanıklık eden başka kişiler varsa veya suç yazılı bir mesajla da işleniyorsa, gizlice kayıt yapma zorunluluğu ortadan kalkabilir.
Bu üç koşulun bir arada bulunması halinde, kendisine karşı işlenen suçu kaydeden kişinin eylemi hukuka uygun kabul edilir ve elde edilen kayıt, mahkemede geçerli bir delil olarak kullanılabilir. Yargıtay, bu durumda kişinin amacının özel hayata müdahale etmek değil, kendisine yönelen haksız saldırıyı kanıtlamak ve kaybolacak olan delili korumak olduğu sonucuna varmaktadır.
Aşağıdaki karşılaştırmalı tablo, bu karmaşık konunun daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kamusal ve Özel Alanlarda Gözetim: MOBESE ve Güvenlik Kamerası Kayıtları
Vatandaşların yaptığı gizli kayıtlara ilişkin bu katı kurallar, genellikle MOBESE (yeni adıyla KGYS) ve özel güvenlik kamerası kayıtları için aynı şekilde uygulanmaz. Bu durumun temelinde, "meşru amaç" ve "makul gizlilik beklentisi" kavramları yatar.
MOBESE (KGYS) Kayıtları: Şehirlerin kamuya açık alanlarını (caddeler, meydanlar, kavşaklar) izleyen Kent Güvenlik Yönetim Sistemleri, devlet tarafından kamu düzenini ve güvenliğini sağlama amacıyla işletilir. Bu sistemlerin varlığı alenidir ve kişilerin kamuya açık alanlardaki gizlilik beklentisi, özel mülklerindekine göre daha düşüktür. Bu nedenle, bir suça ilişkin MOBESE kayıtları, soruşturma makamları tarafından yasal usullere uygun olarak talep edildiğinde, ceza yargılamasında güçlü ve hukuka uygun deliller olarak kabul edilir.
İş Yeri ve Apartman Güvenlik Kameraları: Benzer bir mantık, iş yerlerinin, alışveriş merkezlerinin veya apartmanların ortak alanlarını (giriş, koridor, otopark vb.) izleyen özel güvenlik kameraları için de geçerlidir. Bu kameraların temel amacı, o alandaki can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bu tür alanlarda bulunan kişilerin, hareketlerinin kaydedilebileceğine dair makul bir beklentisi vardır. Dolayısıyla, bu kameralar tarafından tesadüfen kaydedilen bir suç anına ilişkin görüntüler, genellikle hukuka uygun delil olarak değerlendirilir. Ancak bu durumun da sınırları vardır. Örneğin, çalışanların özel ofislerinin içini veya tuvalet, soyunma odası gibi mahremiyetin en üst düzeyde olduğu alanları izlemek, güvenlik amacını aşan ve özel hayata müdahale teşkil eden hukuka aykırı bir eylem olacaktır. Danıştay kararları da, yasal dayanağı olmayan, sınırları belirsiz ve ölçülülük ilkesini ihlal eden izleme sistemlerinin hukuka aykırı olduğunu vurgulamaktadır.
Delillerin Labirenti: Ankara Ceza Avukatının Stratejik Rolü

Ses ve görüntü kayıtlarının delil olarak kabul edilip edilmeyeceği konusundaki bu karmaşık kurallar, ceza davası sürecinde bir avukatın rolünün ne kadar kritik olduğunu açıkça göstermektedir. Özellikle ağır ceza mahkemelerinde görülen ciddi suçlamalarda, bir delilin kabulü veya reddi, davanın kaderini tamamen değiştirebilir. Bu noktada deneyimli bir ceza avukatı, özellikle de Ankara ağır ceza avukatı gibi büyük şehirlerdeki yoğun ve karmaşık davalarda uzmanlaşmış bir hukukçu, müvekkili için hayati bir rol oynar.
Bir Ankara avukat veya Yenimahalle avukat gibi yerel olarak hizmet veren bir uzmanın bu süreçteki fonksiyonları şunlardır:
Delilin Hukuka Uygunluğunu Değerlendirme: Müvekkilin elinde bir ses veya görüntü kaydı varsa, avukatın ilk görevi bu kaydın Yargıtay'ın belirlediği katı kriterlere uygun olup olmadığını analiz etmektir. Hukuka aykırı bir delili mahkemeye sunmak, sadece delilin reddedilmesine değil, aynı zamanda müvekkilin "özel hayatın gizliliğini ihlal" gibi bir suçla itham edilmesine yol açabilir. Bu nedenle, delili sunmadan önce yapılacak profesyonel bir hukuki değerlendirme, olası riskleri ortadan kaldırır.
Karşı Tarafın Delillerine İtiraz Etme: Soruşturma veya kovuşturma aşamasında, iddia makamı (savcılık) veya karşı taraf, müvekkil aleyhine bir ses veya görüntü kaydı sunabilir. Deneyimli bir asliye ceza avukatı, bu delilin nasıl ve hangi koşullarda elde edildiğini titizlikle inceler. Eğer kaydın hukuka aykırı yöntemlerle (tuzak kurma, gizli dinleme vb.) elde edildiğine dair şüpheler varsa, delilin dosyadan çıkarılması ve hükme esas alınmaması için "delillerin reddi" talebinde bulunur. Bu, savunmanın en temel ve en etkili stratejilerinden biridir.
Avukatın Savunma ve Delillendirme Görevi: Müvekkilin elde ettiği kaydın, yukarıda açıklanan istisnai "meşru müdafaa" hali kapsamında olduğu düşünülüyorsa, avukatın görevi bu durumu mahkemeye güçlü bir hukuki argümanla sunmaktır. Olayın ani geliştiğini, yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığını ve başka delil elde etme olanağının bulunmadığını, dosyadaki diğer kanıtlarla destekleyerek ve Yargıtay'ın emsal kararlarına atıfta bulunarak mahkemeye izah etmek, avukatlık uzmanlığı gerektirir. Özellikle Ankara Yenimahalle avukat arayışında olan bir kişi için, bu tür teknik ve stratejik savunmaları yapabilecek bir uzmana ulaşmak davanın seyri açısından büyük önem taşır.
Görüldüğü üzere, bu alandaki hukuki mücadele, çoğu zaman kaydın içeriğinden çok, elde ediliş yönteminin hukuka uygunluğu üzerinde yoğunlaşır. Bu prosedürel savaş, davanın sonucunu esastan etkileyebilecek kadar önemlidir ve uzman bir hukuki rehberlik olmadan yönetilmesi neredeyse imkansızdır.
Sonuç: Haklarınızı Bilin ve Hukuki Adımlarınızı Doğru Atın
Dijital çağda, bir akıllı telefonun kayıt tuşuna basmak, hukuki sonuçları itibarıyla son derece hassas bir eylemdir. Ceza hukukumuzun temel ilkesi, özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini korumak adına, gizlice ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen ses ve görüntü kayıtlarının delil olarak kullanılamayacağı yönündedir. Bu genel kural, adil yargılanma hakkının ve hukuk devletinin bir gereğidir.
Ancak bu katı kuralın çok dar ve özel bir istisnası mevcuttur: Kişinin, kendisine karşı işlenen ve başka türlü ispatlama imkanı olmayan ani bir saldırı karşısında, yetkili makamlara başvurma olanağının da bulunmadığı o an için, kaybolma tehlikesi altındaki delili korumak amacıyla yaptığı kayıtlar hukuka uygun kabul edilebilir.
Bu iki durum arasındaki çizgi son derece incedir ve yanlış atılacak bir adım, hem eldeki delilin geçersiz sayılmasına hem de kayıt yapan kişinin kendisinin bir suçla yargılanmasına neden olabilir. Bu nedenle, böyle bir durumla karşı karşıya kalan veya bir ceza davasında bu tür delillerle muhatap olan bir kişinin, atacağı adımları belirlemeden önce mutlaka alanında uzman bir ceza avukatından hukuki destek alması hayati önem taşımaktadır. Haklarınızı bilmek sizi güçlü kılar, ancak bu hakları doğru ve yasal zeminde kullanmak, profesyonel bir hukuki rehberlik gerektirir.
Yorumlar