top of page

Suçta ve Cezada Kanunîlik İlkesi: TCK Madde 2

  • Yazarın fotoğrafı: Av. Mete ŞAHİN
    Av. Mete ŞAHİN
  • 6 Kas
  • 8 dakikada okunur
Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi üzerine Avukat Mete ŞAHİN blog makalesi görseli.

Hukuk devletinin temel taşı ve birey özgürlüklerinin en önemli güvencesi olan "suçta ve cezada kanunîlik ilkesi", Latince nullum crimen, nulla poena sine lege (Kanunsuz suç, kanunsuz ceza olmaz) özdeyişiyle ifade edilir. Bu ilke, en basit tanımıyla, bir fiilin suç sayılabilmesi ve bu fiile bir yaptırım uygulanabilmesi için, söz konusu fiilin ve yaptırımın hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkta kanunda tanımlanmış olmasını zorunlu kılar.


Türk hukuk sisteminde bu temel güvencenin anayasal dayanağı Anayasa'nın 38. maddesi, uluslararası hukuk bağlamındaki dayanağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 7. maddesi ve ceza hukukundaki temel normatif düzenlemesi ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 2. maddesidir (Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi).


Bu ilke, vatandaşın devlete karşı en güçlü hukuki kalkanıdır. Kişilerin, hangi fiillerin yasak olduğunu önceden bilmelerini ve davranışlarını buna göre düzenleyebilmelerini sağlar; devleti ise keyfî suçlama ve cezalandırmalardan alıkoyar.


Bu kapsamlı makalede, Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesi fıkra fıkra incelenecek; ilkenin "belirlilik", "kıyas yasağı" ve "geçmişe yürümezlik" gibi temel alt unsurları, doktrindeki yeri ve en önemlisi güncel Yargıtay kararlarındaki somut yansımaları detaylı bir şekilde analiz edilecektir.


TCK Madde 2'nin Detaylı Analizi: Kanunîlik İlkesinin Temel Dayanakları


TCK'nın 2. maddesi, kanunîlik ilkesini üç temel fıkra üzerinden somutlaştırmaktadır. Her bir fıkra, ilkenin farklı bir yönünü güvence altına alır.


TCK m. 2/1: Kanun Olmadan Suç ve Ceza Olmaz (Güvenlik Tedbirleri Dahil)


TCK Madde 2/1: “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.”

Bu fıkra, ilkenin iki klasik ayağını net bir şekilde ortaya koyar:


  1. Suçta Kanunîlik (Nullum Crimen Sine Lege): Bir fiilin "suç" olarak nitelendirilebilmesi için, bunun sadece kanun tarafından açıkça tanımlanmış olması gerekir.

  2. Cezada Kanunîlik (Nulla Poena Sine Lege): İşlenen suça karşılık verilecek "ceza"nın da sadece kanunda yazılı olan cezalardan biri olması şarttır.


Ancak bu fıkra, klasik maksimlerin ötesine geçen modern bir güvence daha içermektedir. Metin, "ceza"nın yanı sıra "güvenlik tedbirleri"ni de açıkça ilkenin kapsamına dahil etmiştir. Bu, Anayasa'nın 38. maddesindeki düzenlemeye de paraleldir. Bu basit bir ekleme değildir. Tarihsel olarak, bazı hukuk sistemleri "ceza" vermekten kaçınıp, "tedbir" (örneğin, toplum için tehlikelilik hali gerekçesiyle süresiz alıkoyma) adı altında birey özgürlüklerini kısıtlama yoluna gitmiştir. Türk kanun koyucusu, TCK m. 2/1 ile bu hukuki boşluğu kapatmayı hedeflemiştir. Artık, ceza niteliğinde olmasa dahi, bir "güvenlik tedbiri" (örneğin, belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma, tekerrür halinde uygulanan tedbirler) uygulanabilmesi için dahi açık kanun hükmü zorunludur. Bu, birey güvencesini maksimize eden önemli bir adımdır.


TCK m. 2/2: İdarenin Düzenleyici İşlemleriyle Suç Yaratma Yasağı


TCK Madde 2/2: “İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.”


Bu fıkra, ilkenin "kaynak" bakımından sınırını çizer. Bir önceki fıkrada geçen "kanun" ifadesinin, yasama organı (TBMM) tarafından çıkarılan yasa metinleri olduğu vurgulanır. Yürütme organının (Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar, kamu kurumları) çıkardığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, yönetmelik, tüzük, genelge veya tebliğ gibi idari düzenleyici işlemlerle yeni bir suç tipi yaratılamaz, mevcut bir suçun unsurları değiştirilemez veya cezası ağırlaştırılamaz.


Bu hüküm net görünse de, uygulamada "açık hüküm" veya "beyaz ceza normu" olarak adlandırılan bir tartışmayı beraberinde getirir. Beyaz hüküm, kanunun suçun çerçevesini çizdiği, ancak içeriğinin doldurulması için idari bir işleme atıf yaptığı (örneğin; "Bakanlıkça belirlenen çevresel atıkları izinsiz dökmek...") normlardır.


Buradaki asıl tehlike, yasama organının (TBMM) kendisinin, TCK m. 2/2'ye rağmen, başka bir kanunla idareye bu konuda geniş yetkiler devretmesidir. Örneğin, "Pandemi koşullarında ihlali suç sayılacak kuralları belirleme yetkisi Sağlık Bakanlığı'ndadır" şeklinde bir yasal düzenleme, idareye dolaylı yoldan suç yaratma yetkisi vermiş olur ki, böyle bir yetki devri Anayasa'ya açıkça aykırılık oluşturacaktır. Bu fıkranın tam koruma sağlaması, ancak bir sonraki bölümde incelenecek olan "Belirlilik İlkesi" ile mümkündür.


TCK m. 2/3: Ceza Hukukunda Kıyas ve Geniş Yorum Yasağı


TCK Madde 2/3: “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”


Bu fıkra, ilkenin hâkim tarafından uygulanması (yorumlanması) aşamasına ilişkin hayati bir sınırlandırma getirir.


Kıyas (Analoji) Yasağı: Kıyas, hâkimin, kanunda açıkça suç sayılmayan bir fiili, kanunda suç sayılan başka bir fiile benzeterek cezalandırmasıdır. Örneğin, kanunda "otomobil çalmak" suç olarak tanımlanmışken, "motosiklet çalmak" tanımlanmamışsa, hâkim "motosiklet de otomobile benzer bir taşıttır" diyerek kıyas yoluyla ceza veremez. TCK m. 2/3, ceza hukukunda (hem sanık aleyhine hem de lehine) kıyası kesinlikle yasaklamıştır.


Geniş Yorum Yasağı: Ceza hukukunda yorum (lafzî, tarihî, sistematik yorum) yapılması zorunludur. Hâkim, kanunun lafzındaki maddi hataları "düzeltici yorum" ile giderebilir. Ancak TCK m. 2/3, bu yorum faaliyetinin bir sınırı olduğunu belirtir: Yorum, kıyasa yol açacak biçimde genişletilemez. Hâkim, kanunun sözünden ve ruhundan ayrılarak, kanun koyucunun iradesi dışında yeni bir suç alanı yaratamaz.

Bu nokta, doktrin ile Yargıtay arasında zaman zaman tartışmalara neden olmaktadır. Bazı akademik görüşler, Yargıtay'ın "genişletici yorum" adı altında zaman zaman kıyas yasağının sınırlarını aştığını veya bu sınırı "deldiğini" iddia etmektedir. Bu durum, kanunîlik ilkesinin sadece kanun metninde değil, mahkeme salonlarında da aktif bir şekilde savunulması gereken dinamik bir güvence olduğunu göstermektedir.


İlkenin Kökenleri: Anayasa (Madde 38) ve AİHS (Madde 7)


TCK m. 2, tek başına duran bir norm değil, kökleri Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde olan bir ilkenin yansımasıdır.


Anayasal Güvence: Anayasa Madde 38


Kanunîlik ilkesi, her şeyden önce anayasal bir güvencedir. Anayasa'nın 38. maddesi şu hükümleri içerir:


"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz... Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur."


Bu madde, TCK m. 2'nin temelini oluşturur. Ayrıca bu ilke, Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması) ile de doğrudan ilişkilidir. Bir suç yaratmak ve ceza öngörmek, temel haklara (özellikle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına) yapılmış en ağır müdahaledir. Anayasa m. 13'e göre ise temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir.


Uluslararası Koruma: AİHS Madde 7


İlke, Türkiye'nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 7. maddesinde "Kanunsuz ceza olmaz" başlığı altında güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca, AİHS hükümleri iç hukukumuzun bir parçasıdır.


Burada dikkat çekici bir nüans bulunmaktadır. AİHS m. 7, "kanun" (statute) kelimesinden ziyade "hukuk" (law) kelimesini kullanmaktadır. Bu tercihin sebebi, AİHS'nin, İngiliz "Common Law" (İçtihat Hukuku) sistemi gibi bazı suçların hâkim kararlarıyla (içtihat) oluştuğu sistemleri de kapsama zorunluluğudur.


Ancak, Kıta Avrupası (ve Türkiye) hukuk sistemi sadece yazılı "kanun"u (statute) esas alır. Bu nedenle, Türk hukukundaki Anayasa m. 38 ve TCK m. 2'de yer alan "kanun" ifadesi, AİHS m. 7'deki "hukuk" ifadesinden daha dar ve birey lehine daha koruyucudur. Türk sistemi, AİHM içtihadı veya örf ve adetle (Bölüm IV'te incelenecek) yeni bir suç yaratılmasına AİHS'den daha katı bir şekilde kapalıdır.


Kanunîlik İlkesinin Alt Unsurları (Doktrin)


Kanunîlik ilkesi, TCK m. 2'deki metnin ötesinde, doktrinde geliştirilen ve ilkenin tam anlamıyla işlemesini sağlayan alt unsurları da barındırır.


Belirlilik İlkesi: Kanunun Açık, Anlaşılır ve Öngörülebilir Olması


Kanunîlik ilkesi, sadece bir kanunun var olmasını değil, o kanunun niteliğini de kapsar. Bir ceza normu, "açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması"nı gerektirir. Suç tanımları "mümkün olabildiğince net" olmalı, ceza miktarlarının alt ve üst sınırları arasındaki aralık "aşırı biçimde açık olmamalıdır". Bu alt ilkeye "Belirlilik" veya "Kesinlik" (Lex Certa) ilkesi denir.


Bu ilke, TCK m. 2/2'de tartıştığımız "beyaz hüküm" ve "idareye yetki devri" sorunlarının panzehiridir. Eğer bir kanun, suçun unsurlarını kendisi tanımlamak yerine "Gerekli görülen yasakları belirlemeye... Bakanlık yetkilidir" şeklinde muğlak bir çerçeve çizerse, bu kanun TCK m. 2/1 (kanun var) ve m. 2/2'ye (idare doğrudan suç yaratmıyor, kanuna dayanıyor) görünüşte uyabilir.


Ancak bu durum, Belirlilik İlkesi'ni ihlal eder. Çünkü vatandaş, kanun metnini okuduğunda hangi fiilinin yasak olduğunu önceden bilemez ve öngöremez. Vatandaşın, idarenin çıkaracağı alt düzenlemeyi de takip etmesi beklenemez. Bu nedenle, kanunîlik ilkesi, yasanın sadece varlığını değil, aynı zamanda içerik kalitesini (belirli ve öngörülebilir olmasını) da zorunlu kılar. Anayasa Mahkemesi de, "belirlilik" unsuruna aykırılık gerekçesiyle birçok kanun hükmünü iptal etmiştir.


Ceza Kanunlarının Geçmişe Yürümezliği (Geriye Etki Yasağı)


Kanunîlik ilkesinin zaman bakımından uygulanması, "kanunların geriye yürümemesi" (geçmişe etki yasağı) kuralını doğurur (Lex Praevia). Bir fiil, işlendiği tarihte yürürlükte olan kanuna göre suç değilse, sonradan çıkan bir kanunla suç haline getirilemez ve kişi bu fiilden dolayı cezalandırılamaz. Benzer şekilde, işlendiği tarihteki cezadan daha ağır bir ceza da verilemez.


Bu yasağın tek ve çok önemli bir istisnası vardır: Sanık lehine olan kanun değişikliği.


TCK'nın 7/2. maddesinde de düzenlenen bu ilkeye göre, sanığın yargılaması devam ederken veya hüküm kesinleştikten sonra dahi, işlenen suça ilişkin kanun değişir ve daha az ceza veya tedavi/denetimli serbestlik gibi alternatif yaptırımlar öngörülürse, sanık lehine olan yeni kanun geçmişe yürür ve uygulanır. Örneğin, uyuşturucu madde kullanma suçunda (TCK 191) yapılan değişikliklerle tedavi ve denetimli serbestlik imkanlarının getirilmesi, bu duruma güncel bir örnektir.


Örf ve Adet Hukuku ile Suç Yaratılamaması


Kanunîlik ilkesinin bir diğer zorunlu sonucu, örf ve adet kurallarının ceza hukukunda kaynak olamamasıdır (Lex Scripta - Yazılılık).


Medeni Hukuk veya Ticaret Hukukunun aksine (bu alanlarda örf ve adet, kanun boşluklarını doldurabilir), ceza hukukunda tek kaynak "kanun"dur. Hâkim, bir fiilin toplumda ne kadar ayıp, kınanmış veya "kötü" kabul edildiğine bakarak değil, sadece TCK ve diğer ceza kanunlarında "suç" olarak tanımlanıp tanımlanmadığına bakarak karar verir.


Yüksek Mahkeme Kararlarında Kanunîlik İlkesi (Güncel İçtihatlar)


Kanunîlik ilkesi ve özellikle TCK m. 2/3'teki kıyas yasağı, soyut ilkeler olmanın ötesinde, doğrudan bireylerin özgürlüğünü etkileyen ve Yargıtay kararlarına yön veren somut güvencelerdir.


Kıyas Yasağının Somut Örneği: Yargıtay Ceza Genel Kurulu, K: 2018/444


Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun (YCGK) bu kararı, TCK m. 2/3'teki kıyas yasağının nasıl uygulanması gerektiğine dair mükemmel bir örnektir.


Olay: Sanık, tartıştığı mağdur K.Ç.'ye doğru av tüfeği ile bir kez ateş eder. Bu tek atış sonucunda, hem asıl hedef olan K.Ç. saçmalarla ağır yaralanır (hayatî tehlike geçirecek şekilde) hem de onun yanında duran oğlu O.Ç. seken saçmalarla hafif yaralanır (basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde).


Hukuki Niteleme: Sanığın bu tek fiili (bir atış), birden fazla farklı suça neden olmuştur:


  1. Mağdur K.Ç.'ye karşı "kasten öldürmeye teşebbüs".

  2. Mağdur O.Ç.'ye karşı "olası kastla yaralama".


Hukuki Sorun (Fikri İçtima): Bu durum, TCK'nın 44. maddesinde düzenlenen "farklı neviden fikri içtima" (bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi) kapsamındadır. TCK m. 44'e göre, böyle bir durumda sanığa sadece bu suçlardan en ağır olanın (yani "kasten öldürmeye teşebbüs") cezası verilir.


İddia (Kıyas Talebi): TCK'nın 43/3. maddesi, aynı neviden fikri içtimayı düzenler (bir fiille birden fazla aynı suçun işlenmesi) ve der ki: "kasten öldürme, kasten yaralama, işkence... suçlarında bu madde (fikri içtima) uygulanmaz." Yani, eğer sanık bir atışla iki kişiyi birden yaralarsa (aynı suç), her biri için ayrı ayrı ceza alır. İddia makamı (ve yerel mahkeme), m. 43/3'teki bu istisnanın, m. 44'teki (farklı suçlar) duruma kıyasen uygulanmasını ve sanığın hem öldürmeye teşebbüsten hem de yaralamadan ayrı ayrı cezalandırılmasını talep etmiştir.


YCGK'nın Kararı (Kanunîlik İlkesi): YCGK, bu talebi kesinlikle reddetmiştir.

Gerekçe:


  1. TCK m. 43/3, genel kuralın (fikri içtima) bir istisnasıdır. Roma hukukundan gelen Singularia non sunt extenda (İstisnai hükümler geniş yorumlanamaz ve kıyasen başka olaylara uygulanamaz) ilkesi geçerlidir.

  2. Kanun koyucu, TCK m. 44 (farklı neviden içtima) için TCK m. 43/3'teki gibi bir istisna öngörmemiştir.

  3. Kanunda öngörülmeyen bir istisnayı, sanığın aleyhine olacak şekilde TCK m. 43/3'ten TCK m. 44'e taşımak, TCK m. 2/3'te açıkça yasaklanan "kıyas" (analoji) olurdu.

  4. YCGK, sanığın TCK m. 44 uyarınca sadece en ağır suç olan "kasten öldürmeye teşebbüsten" cezalandırılmasına, "olası kastla yaralama" suçundan ise ayrıca ceza verilmemesine hükmetmiştir.


Bu karar, "kıyas yasağı"nın (TCK 2/3) sadece akademik bir tartışma olmadığını, bir sanığın fazladan bir suçtan hapis yatıp yatmayacağını belirleyen doğrudan ve etkili bir güvence olduğunu somut bir şekilde göstermektedir.


Güncel Yargıtay Kararlarında İlkenin Varlığı


Yargıtay'ın yakın tarihli kararları da kanunîlik ilkesini ve kıyas yasağını vurgulamaya devam etmektedir. Örneğin, 2024 tarihli bir kararda (Yargıtay 2024/9835), "temel hak ve özgürlüklere ilişkin normları daraltıcı, istisnai normları genişletici şekilde" yorum veya kıyas yapılamayacağı tekrar teyit edilmiştir.


Bununla birlikte, Bölüm II'de atıf yapılan akademik eleştiriler, Yargıtay'ın bazı kararlarında, "genişletici yorum" adı altında, TCK m. 2/3'ün sınırlarına fazla yaklaştığı veya sınırları aştığı yönündedir. Bu durum, ceza hukukunun dinamik bir alan olduğunu ve "kanunîlik ilkesi"nin her davada avukatlar tarafından yeniden savunulması gereken, yaşayan bir güvence olduğunu göstermektedir.


Vatandaş İçin Sonuç: Kanunîlik İlkesi Sizi Nasıl Korur?


Tüm bu teknik analiz, vatandaş için tek bir anlama gelmektedir: Hukuki öngörülebilirlik ve keyfîliğe karşı koruma.


Eğer TCK m. 2 (ve Anayasa m. 38) olmasaydı ne olurdu?


  1. Devlet, "ahlaka aykırı", "kamu düzenini bozucu" veya "şüpheli" bulduğu herhangi bir davranışınız için sizi kanunda yazmasa bile keyfî olarak cezalandırabilirdi.

  2. Hakkınızda bir bakanlık yönetmeliği veya bir kurum genelgesi çıkarılarak, dün suç olmayan bir eylemden (örneğin sosyal medyada bir paylaşım) dolayı bugün hakkınızda soruşturma açılabilirdi.

  3. Bir hâkim, "senin yaptığın fiil kanunda tam olarak yok ama şu suça çok benziyor" diyerek, kıyas yoluyla hakkınızda mahkûmiyet kararı verebilirdi.


Kanunîlik ilkesi, sizin "öngörülebilirlik" hakkınızdır. Devletin ceza gücünün sınırlarını çizen bir kalkandır. Kişilerin, hangi fiillerin yasak olduğunu önceden bilme ve davranışlarını buna göre ayarlama hakkını korur. Kısacası, bu ilke, "hukuk devleti" ile "polis devleti" arasındaki en kalın ve en önemli çizgidir.


Yasal Uyarı: Bu web sitesinde yer alan bilgiler, yalnızca genel bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır ve hukuki tavsiye niteliği taşımaz. Bu sitedeki bilgilerin kullanımı, hiçbir şekilde avukat-müvekkil ilişkisi oluşturmaz. İçerikte yer alan bilgilere dayanarak hareket etmeden önce, özel hukuki durumunuzla ilgili olarak mutlaka bu alanda çalışan bir avukata danışmanız tavsiye edilir.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page